2009 yılı yapımı Yunanistan filmi
“Kynodontas” (Köpek Dişi) yabancı dilde en iyi film dalında Oscar’a aday
gösterilince küresel sinema çevrelerinde dikkatleri üzerine çeken filmin
yönetmeni Yorgos Lanthimos, yeni işi merakla beklenen yönetmenler listesine
çoktan girmişti bile. Yönetmenin alamet-i farikası olan mümkün olduğunca az
diyalogla çok şey anlatan, alternatif bir gerçeklik yaratmaya çalışan, alegori
ve metaforları kullanarak farklı okumalara açık, normal sinema izleyicisine ise
garip gelebilecek hikâyelerdi. Öyle ki kendi yönetmese de sadece oyuncu olarak dâhil
olduğu 2010 yapımı “Attenberg” filmi de bariz Lanthimos garipliği içerir. Köpek
Dişinde evden hiç çıkartılmamış üç kardeşin dış dünyayı anne babalarının onlara
öğrettiği kadarıyla ve hatta objelerin isimlerini bile değiştirerek dili yapı
bozuma uğratır bir şekilde izleyiciye sunarken, ikinci filmi Alpler’de
yakınlarını kaybeden insanlara verilen (ölen kişinin yerine geçmek gibi) bir
hizmet üzerine kurulu öyküsünden sonra yeni filmi “The Lobster” (Istakoz) da
hayli ilginç bir hikâye anlatmakta. Yönetmenin bu kez yıldız oyuncularla ve ilk
kez İngilizce çektiği film, bekâr olmanın yasak olduğu hatta cezalandırıldığı
bir alternatif gerçeklikte geçiyor. Filmin konusunun anlatılırken farklı
kaynaklarda alternatif bir gelecek öyküsü diye bahsedilmesini doğru bulmuyorum
çünkü bu bir distopya öyküsü değil. Bence daha çok uzak doğu kültüründeki
insanların hayvanlara dönüşebilmesinden de faydalanan bir alegori sunuyor bize.
Filmde zaman ve mekân kavramlarının belirsiz olması da bunu destekler
nitelikte. Yönetmen Köpek Dişinde aile üzerinden Yunan toplumunun içinde
bulunduğu duruma bakış atarken “The Lobster” ise tıpkı global oyuncu seçimi
gibi genel olarak bir Dünya toplumu alegorisi oluşturuyor.
Filmin öyküsüne gelecek olursak kahramanımız
David (Collin Farrell) bekâr olmanın yasak olduğu bir toplumda yaşamaktadır,
karısı ölünce diğer herkes gibi eş bulana kadar barınabileceği bir otele
yerleşir. Otelin yalnızlar ve çiftler olarak ikiye ayrılan sakinleri arasından kendi
özelliklerine uygun bir partner bulabilirse çiftlerin imtiyazlı dünyasına
geçebilecek, eğer bulamazsa önceden belirlediği bir hayvana dönüşmek zorundadır
ve bunun için sadece 45 gün süresi vardır. Otelde edindiği yeni arkadaşları
özellikleri “Aksak” (Ben Whishaw) ve “Peltek” olan (John C. Reilly) ile
birlikte kendilerine uygun birer partner bulmak için fırsatları değerlendirmeye
çalışırlar. Çift olmak için uyum içinde olmak gerekmektedir, hatta bu yüzden “aksak”
olan ara sıra burnu kanayan kadınla uyuşabilme amacıyla kendi burnunu kanatmaya
başlar. Film toplumun yalnızlık karşısındaki tutumunu, otelde kalanların ormana
kaçan “yalnız gezenleri” avlayarak ekstra gün kazanması üzerine kurulu düzeni
üzerinden anlatır. Başaramayanların hayvanlara dönüşmesiyle önceki
filmlerindeki kendine özgü dili devam ettiren yönetmen filmi ikiye bölerek ilk
yarıdaki yabancılaşmayı yansımasını gösterir şekilde doğaya dönerek kırmaya
çalışır.
Filmin ikinci yarısında David çift olabilmek
için numara yaparak “duygusuz kadının” partneri olmuştur ama onun acımasızlığı
karşısında vazgeçerek ormana kaçar ve burada daha önce kaçanlardan oluşan
komüne kabul edilir. Burada devreye komün lideri (Lea Seydoux) ve David’den
hoşlanan “miyop kız” (Rachel Weisz) girer ve film bambaşka sulara yelken açar.
Otelde insanlara çift olmaları dayatılırken ormanda gönül ilişkileri ve
yakınlaşma yasaktır, öyle ki birlikte dans etmenin önüne geçebilmek için tekno
müzik dinlenmektedir. Otelden kaçıp bu yeni topluluğa dâhil olan David burada
gönlünü kaptırır ama yine karşısına kurallar çıkmıştır. Filmin bu ikiye
bölünmüş hikâyesi anlatım gücünü kaybettiriyor gibi görünse de yönetmenin
bilinçli tercihi olarak filmin muğlaklığı anlatının muğlaklığından
kaynaklanıyor. Film Köpek Dişinin son sahnesine benzer bir şekilde seyirciyi de
bu muğlaklığın içinde bırakarak sona eriyor.