27 Aralık 2015 Pazar

The Lobster- Toplumun yapı bozumu



 

 

 

2009 yılı yapımı Yunanistan filmi “Kynodontas” (Köpek Dişi) yabancı dilde en iyi film dalında Oscar’a aday gösterilince küresel sinema çevrelerinde dikkatleri üzerine çeken filmin yönetmeni Yorgos Lanthimos, yeni işi merakla beklenen yönetmenler listesine çoktan girmişti bile. Yönetmenin alamet-i farikası olan mümkün olduğunca az diyalogla çok şey anlatan, alternatif bir gerçeklik yaratmaya çalışan, alegori ve metaforları kullanarak farklı okumalara açık, normal sinema izleyicisine ise garip gelebilecek hikâyelerdi. Öyle ki kendi yönetmese de sadece oyuncu olarak dâhil olduğu 2010 yapımı “Attenberg” filmi de bariz Lanthimos garipliği içerir. Köpek Dişinde evden hiç çıkartılmamış üç kardeşin dış dünyayı anne babalarının onlara öğrettiği kadarıyla ve hatta objelerin isimlerini bile değiştirerek dili yapı bozuma uğratır bir şekilde izleyiciye sunarken, ikinci filmi Alpler’de yakınlarını kaybeden insanlara verilen (ölen kişinin yerine geçmek gibi) bir hizmet üzerine kurulu öyküsünden sonra yeni filmi “The Lobster” (Istakoz) da hayli ilginç bir hikâye anlatmakta. Yönetmenin bu kez yıldız oyuncularla ve ilk kez İngilizce çektiği film, bekâr olmanın yasak olduğu hatta cezalandırıldığı bir alternatif gerçeklikte geçiyor. Filmin konusunun anlatılırken farklı kaynaklarda alternatif bir gelecek öyküsü diye bahsedilmesini doğru bulmuyorum çünkü bu bir distopya öyküsü değil. Bence daha çok uzak doğu kültüründeki insanların hayvanlara dönüşebilmesinden de faydalanan bir alegori sunuyor bize. Filmde zaman ve mekân kavramlarının belirsiz olması da bunu destekler nitelikte. Yönetmen Köpek Dişinde aile üzerinden Yunan toplumunun içinde bulunduğu duruma bakış atarken “The Lobster” ise tıpkı global oyuncu seçimi gibi genel olarak bir Dünya toplumu alegorisi oluşturuyor.

 

 

Filmin öyküsüne gelecek olursak kahramanımız David (Collin Farrell) bekâr olmanın yasak olduğu bir toplumda yaşamaktadır, karısı ölünce diğer herkes gibi eş bulana kadar barınabileceği bir otele yerleşir. Otelin yalnızlar ve çiftler olarak ikiye ayrılan sakinleri arasından kendi özelliklerine uygun bir partner bulabilirse çiftlerin imtiyazlı dünyasına geçebilecek, eğer bulamazsa önceden belirlediği bir hayvana dönüşmek zorundadır ve bunun için sadece 45 gün süresi vardır. Otelde edindiği yeni arkadaşları özellikleri “Aksak” (Ben Whishaw) ve “Peltek” olan (John C. Reilly) ile birlikte kendilerine uygun birer partner bulmak için fırsatları değerlendirmeye çalışırlar. Çift olmak için uyum içinde olmak gerekmektedir, hatta bu yüzden “aksak” olan ara sıra burnu kanayan kadınla uyuşabilme amacıyla kendi burnunu kanatmaya başlar. Film toplumun yalnızlık karşısındaki tutumunu, otelde kalanların ormana kaçan “yalnız gezenleri” avlayarak ekstra gün kazanması üzerine kurulu düzeni üzerinden anlatır. Başaramayanların hayvanlara dönüşmesiyle önceki filmlerindeki kendine özgü dili devam ettiren yönetmen filmi ikiye bölerek ilk yarıdaki yabancılaşmayı yansımasını gösterir şekilde doğaya dönerek kırmaya çalışır.

 

Filmin ikinci yarısında David çift olabilmek için numara yaparak “duygusuz kadının” partneri olmuştur ama onun acımasızlığı karşısında vazgeçerek ormana kaçar ve burada daha önce kaçanlardan oluşan komüne kabul edilir. Burada devreye komün lideri (Lea Seydoux) ve David’den hoşlanan “miyop kız” (Rachel Weisz) girer ve film bambaşka sulara yelken açar. Otelde insanlara çift olmaları dayatılırken ormanda gönül ilişkileri ve yakınlaşma yasaktır, öyle ki birlikte dans etmenin önüne geçebilmek için tekno müzik dinlenmektedir. Otelden kaçıp bu yeni topluluğa dâhil olan David burada gönlünü kaptırır ama yine karşısına kurallar çıkmıştır. Filmin bu ikiye bölünmüş hikâyesi anlatım gücünü kaybettiriyor gibi görünse de yönetmenin bilinçli tercihi olarak filmin muğlaklığı anlatının muğlaklığından kaynaklanıyor. Film Köpek Dişinin son sahnesine benzer bir şekilde seyirciyi de bu muğlaklığın içinde bırakarak sona eriyor.