Bir çizgi roman tutkunu için en güzel haber,
sevdiği süper kahramanların beyazperdede boy gösterecek olmasıdır kuşkusuz.
Fakat ne yazık ki daha önce sekiz kez sinemaya uyarlanan Batman ve altı kez
uyarlanmış Süpermen’i aynı filmde görecek olmak, yönetmenliğini Zack Snyder’in
yapacağı bilgisinden dolayı temkinli olmayı gerektiriyordu. Bu hissiyatın boşa
çıkmadığı konusunda hemfikir olan büyük bir çoğunluk olduğunu biliyoruz. Ben de
üzülerek filmi bu çoğunluk tarafından bakarak eleştirmeyi düşünüyorum. Öncelikle
yönetmenin Hollywood standartlarında kötü bir yönetmen olmadığını ama başarı
kazanan filmlerinin kusursuza yakın görsellik sayesinde beğenildiğini unutmamak
gerekiyor. Zack Snyder kısa metraj belgesel ve müzik videosu deneyimlerinden
sonra 2004 yılındaki ilk filmi “Dawn of the Dead” (Ölülerin Şafağı) ile George
Romero’nun zombi külliyatına kattığı yeni halka olarak beğeni kazandı. 2006
yılında adını geniş kitlelere duyurmasını sağlayan “300” (300 Spartalı) ile
Frank Miller tarafından yaratılan grafik romanı neredeyse birebir aktarmasıyla
çizgi roman estetiği tadında bir film çıkardı ortaya. 2009 yılında ise bir
başka grafik roman, Alan Moore şaheseri “Watchmen” yine Snyder tarafından plan
plan aktarıldı beyazperdeye. 2010 yılında en özgün işi olan Katryn Lasky romanı
“Legend of the Guardians” (Baykuş Krallığı Efsanesi) animasyon olarak uyarlayarak izleyicilerin
karşısına çıktı. 2011 yılında senaryosunu kendi yazdığı “Sucker Punch” yine
sadece görselliğiyle öne çıkarken 2013 yılında “Man of Steel” ile süper
kahraman dünyasına dönüş yaptı.
Bryan Singer’in üçüncü X-Men filminden
vazgeçip yönetmen koltuğuna oturduğu 2006 yılı yapımı “Superman Returns”
(Süpermen Dönüyor) sonrası daha iyi eleştiriler alan versiyonu sayesinde DC
yayınlarının sinema macerasının geleceği ellerine emanet edilen Snyder, bir
sonraki filmin Batman vs. Superman olacağını açıkladığında kafalarda birçok
soru işareti belirdi. Çünkü Christopher Nolan tarafından yeniden yaratılan
gerçekçi Batman mitolojisinde gerçeküstü Süpermen’in yeri yoktu. Çizgi roman
severlerin endişeleri arasında önce oyuncu seçimleri, sonra da kaynak aldığı
romanların hakkını veremeyeceği korkusu olsa da, herkes büyük bir merakla filmi
beklemeye başlamıştı. Kendine
Frank Miller’ın 1986 yılında yazıp çizdiği “The Dark Knight Returns” grafik
romanını temel alan senaryosuyla Batman Süpermen’e karşı filmi aslında Marvel
stüdyolarının “Avengers” (Yenilmezler) filmleriyle yaptığının, yani bir süper
kahraman topluluğu film serisinin cezbedici ticari başarısının altyapısını
oluşturulmaya çalışılması. DC’nin haklarını elinde bulunduran Warner Bros
stüdyolarının planı Marvel’in izlediği yolun tam tersini izleyerek, tek tek
kahraman filmleri yapıp sonra takım haline gelmelerini sağlamak yerine hepsini
bir filmde şöyle bir gösterip solo filmlerin izlenmesini umut etmekten başka
bir şey değil tabi ki. Film bir Batman macerası daha izlettirecek gibi başlayıp
Batman mitolojisine zerre saygı göstermeyerek ve üstüne üstlük bolca mantık
hatası da barındırarak uzun süresinin bile toparlamaya yetmediği hikâyesiyle,
Adalet Birliği filmine zemin hazırlama çabasından öteye gidemiyor ne yazık ki.
Batman’in motivasyonunun sadece sivillerin zarar görmesi ve kontrolsüz güç
korkusu olması, filmin içinde kendisinin sağa sola otomatik silahlarla ateş
etmesiyle zaten çürüyorken, Lex Luthor tarafından kurgulanan planın işlemesiyle
süper kahramanların birbirine düşmesi de absürtlükten başka bir şey değil
bence.
Toparlamak gerekirse Batman rolünde Ben Affleck
ve Wonder Woman rolünde Gal Gadot endişeleri boşa çıkarırken, şahsen Lex Luthor
rolündeki Jesse Eisenberg’in yanlış seçim olduğunu düşünüyorum. 1992 yılında
yayınlanan “Death of Superman” çizgi romanında nereden geldiği belli olmayan ve
uzun bir mücadeleden sonra durdurulan Doomsday’in filmde ortaya çıkmasından
takribi 1 saat sonra yok edilmesi de hem Süpermen’in gücüne saygısızlık hem de
gösterdik bittiye getirilişi de son derece yanlış bir karar. Film yapımcılarına
belki inanılmaz paralar kazandıracak ama hiçbir zaman iyi bir film olarak
anılmayacak.