Amerikan nefreti, otorite ve iki küçük
kızı eşliğinde çekinilen ülke Kuzey Kore
“A
State of Mind” 2004 yapımı bir İngiliz belgeseli. Bu belgesel, Kuzey Kore’nin
son yıllarda kendini ve bilgisini dış dünyaya açtığı, daha doğrusu bilgisinin
dış dünyaya açıldığı nadir görsel belgelerden biri. Sanırım belgeselde Kuzey
Kore’nin bir payı yok. Ama herhangi bir sansür girişiminde de bulunmamışlar ve
bu da yanlılık-yansızlık konusunda değerli bir ipucu. Kuzey Kore, malum,
şimdilerde dünya üzerinde en çok merak edilen, garipsenen, korkulan, çekinilen
ülkelerden biri; bu belgesel ülke çapında düzenlenen ve dünyanın en büyük
koreografik jimnastik gösterisi olan Kitle Oyunları’na hazırlanan iki küçük
okul kızının gözünden bir ülkenin ve bir devletin gerçekliğine olabildiğince
ışık tutmaya çalışıyor.
Belgesel 2002 yılındaki
Mass Oyunları’nın öncesinde başlıyor. Kitle Oyunları'nın ne denli ciddi bir
organizasyon olduğunu, hazırlıklar için ülkede toplam 200 milyon iş saatinin
harcandığını söyleyersek bir parça anlatmış oluruz. Bu küçük kızlar Kim Jong İl
Stadı’nda, ülkenin devlet başkanı, her şeyi, “general” lakaplı Kim Jong Il’in
önünde gösteri yapmaya hazırlanıyorlar. Kim Jong Il, Kim Il Sung’un oğlu.
Ülkede tek adam olan babası ölünce yerine geçip babası gibi daimi başkan
seçilmiş biri. Siyasal kararlarda o ne derse o. Ailesi dahil ülkede başlı
başına efsanevi bir değer. Onun doğum günü bile her yer tatil, halk tarafından
kutlanıyor ve buna “bayramların en büyüğü” deniyor.
Çocuklar oyunlara
hazırlanırken en büyük motivasyonlarının önderleri olduğunu, onu üzmemeye
çalıştıklarını söylüyorlar. Kızlardan biri, hazırlıklarda nasıl titrediğinden,
geceleri uyuyamadığından, önderleri önünde dans ederken tek hata yapmamak için
kalbinin nasıl çarpıp durduğundan bahsediyor. Bir kız, “bazen sakatlanıyorum,
düşüp ayağımı burkuyorum, ama aklıma liderimiz geliyor ve o zaman hemen
toparlanıp, buna rağmen devam ediyorum” diyor. Çalışmalarda muazzam bir
kolektif düzen var. Sayıya oranla akıl almaz bir organizasyon. Rahat Batılılar
bu tür organizasyonlarla uzun zamandır alay ediyor, bizim gençlerimiz de bu tür
organizasyonlara katılmayı, beklemeyi, derslerden olmayı istemiyor. Oysa
Sovyetlerde sık görülmüş bir tür gövde gösterisi tarzıdır bu ve Koreli
çocukların gözleri ışıldıyor hazırlanırken. Ünlemelerle “Ha!” şeklinde düzenli
çığlıklar atıyorlar. Kuzey Koreliler için bu gösteriler büyük anlam ifade
ediyor. “General” Kim Jong Il, bu tür organizasyonlara komünist birey
yetiştirmenin anahtarı diyor ve devlet bu gösterilerle bütün dünyaya Kore
gençliğinin gücüne dair mesaj verdiğine inanıyor.
Bayrak, tören, üniforma
Hitler zamanı Almanya’sı kadar önemli, hatta her şeyin üstünde bir yer tutuyor
bu ülkede. Bizde ve Batı’da bu türden değerlere karşı belirmiş olan
liberalizmden Kuzey Kore’de eser yok. Nükleer Kuzey Kore milli gelirinin üçte
birini askeriyeye ayırıyor. “Halk Ordusu” nun öyle öncelikli bir konumu var ki
kızlar dahil olmak üzere çocukların en büyük hayali ileride orduya katılmak.
Babalar çocukları olmadığında en çok “orduya hiçbir evlat veremeyeceğim” diye
dövünüyor. Dünyanın en disiplinli ordusu olmalarıyla övünüyorlar.
Basit olarak Kuzey Kore
üç sınıfa ayrılıyor. İşçiler, köylüler ve aydınlar. Hepsi eşit olarak kabul
ediliyor. Barınma hükümet tarafından sağlanıyor ama ülkede ciddi bir açlık
sorunu var, son yıllarda açlıktan ne kadar insanın öldüğünü hesaplayamıyorlar.
Koreliler bundan Amerikan izolasyonununu sorumlu tutuyor, Batılılar ise
ülkedeki açlığın çağ dışı kalmış, tarım politikalarından kaynaklandığı
görüşündeler. Bu bir propaganda ülkesi. Halk neye inandırılması gerekiyorsa ona
inandırılıyor diyebiliriz. Devlet radyosu apartmanların bütün mutfaklarına
yerleştirilmiş, buradan gün boyu propaganda yapılıyor. Ev sakinlerinin bu
radyoyu biraz kısma hakkı var, ama kapalı tutamıyorlar. Tek kanal var, devlet
kanalı… Haftanın beş günü, devlet propagandası yapıyor, arada film ve eğlence
veriyor. Ancak eğlence anlayışları pek bizim gibi değil. Çocuklara yönelik
çizgi filmlerde tavşanlar bile asker; birbirlerini tutukluyor, vuruyor,
öldürüyorlar…
Amerikan nefreti
ülkenin birliğini ve ideolojisini sağlayan en önemli unsurlardan biri…
Gündelik hayatın tam
içinde Amerikan düşmanlığı…
Sokaklara Amerikan
askerinin kafasını ezen Koreli çizimleriyle süslü posterler asılı. Devrimci
tarih diye bir ders var okullarda. Burada da çocuklara Amerikan düşmanlığı ve
ülkenin bütün sorunlarının kaynağının Amerika olduğu açıklanıyor.
Öğretmen soruyor:
-Emperyalist, mütecaviz
Amerika en son nereyi işgal etmiştir çocuklar?
Öğrenciler bağırıyor:
-Irak!..
Sonra da öğretmen
Amerika’nın emperyalistliğinin ve zalimliğinin nasıl açık olduğundan ve bunu
neden unutmamaları gerektiğinden bahsediyor…
Ülkede elli yıl önceki
savaşın bitim gününü bayram ve büyük bir zafer olarak kutluyorlar. O zamandan
beri Kore'ler ayrı. Bu savaşta dört milyon sivil ölmüş. Savaşı gören yaşlı bir
Koreli: “Savaştan önce Amerika iyi mi, kötü mü, emperyalist mi bir fikrim
yoktu, ama orada yaptıkları insanlık dışı işleri görünce hemen Amerikan düşmanı
oldum” diyor. Kızlardan biri büyükbabasıyla savaş ve zafer müzesini gidiyor.
Amerikan uçak enkazını gösterip: “Bu saldırı uçağı mıydı, bunlarla mı bomba
attılar?” diye sorunca şu cevabı alıyor: “Yalnız bomba değil, bin türlü böcek
de atıyorlardı kızım, veba salgını başlatmak için…”
Bir kız: “Küçüklüğümden
beri anneannem, babaannem, kötü yaşamamızın tek sebebi Amerika” diye ninni gibi
anlatır diyor kameraya. Gün içinde insanlar birbirlerine sürekli “Amerika ile
savaşın nasıl sonuna dek süreceğini” anlatıyorlar. Ülkede ciddi elektrik
sıkıntısı var. Çoğu akşam elektrikler kesiliyor. Kesildiği an ev sakinleri:
“İşte, Amerika yine elektriğimizi kesti” diye bağırıp Amerika’ya lanet okuyor. Çocuklar
dersler başlamadan önce bizim gibi “andımız”ı söylüyor. Bu antta komünizme
bağlılık ve beraberlik yemini ediyor, sınıflara Kim Jong Il selamı ile
giriyorlar.
Komünizm vurgusu
önemli. Ülke kendini dünyanın tek komünist ülkesi olarak kabul ediyor.
Komünizmin son direnci olduklarını, Amerika’dan da bu yüzden sürekli düşmanlık
göreceklerini düşünüyorlar. Sınırlarına çok yakın otuz beş bin Amerikan askeri
konuşlanmış durumda. Kapitalist Güney Kore ile kanlı bıçaklı, Japonya ile
düşmanlar, dünyaya açılan tek kapıları, o da sınırlı olarak Çin.
Küçük kızlar oyunlara
hazırlanırken ara sıra beraberce şarkılar söylüyorlar. Sözleri şöyle mesela:
Parlayan lider Kuzey
Kore komünizmin geleceğini zaferle aydınlatmaya yürüyor.
Aziz yoldaş Kim Jong
Il!
Zafer, zafer! Harika
lider!
Juche, Kuzey Kore resmi
devlet ideolojisinin adı, din gibi bir şey. Kim Il Sung’un önderliğinde gelişen
bir öğreti. Biz bu liderliği ve bu öğretiyi kabullenmekle mutlu bir geleceğe
kucak açmış olduk, dış etkenler hariç güvendeyiz duygusu var…
İnsanları temiz,
sempatik, otoriter devletle uyuşmaya, yollarında ilerlemeye çalışıyorlar.
Ülkeye hizmet, çalışmak, onlar için görev, bu yüzden sosyal haklar da
bireylerin arzuladığı değil, devletin verdiği kadar…
Kutlamaları belgeselin
sonunda görüyoruz. Kendisi için bu denli hummalı hazırlıklarla gerçekleştirilen
organizasyona Kim Jung Il katılamıyor. “Olsun” diyor çocuklar, “Biz katılmış
gibi mutluyuz, o şimdi mutlaka ülkesi için başka önemli bir görev yapıyordur.”
Yerel kıyafetli, kızlı,
erkekli, hatasıza yakın kutlamaları belgeselin sonunda izliyoruz. Stadın
tribününde insanlar ülkedeki komünist tarihi anlatan görkemli mozaikler ve
sloganlar oluşturuyorlar.
Dünyaya göz dağını bu
organizasyonlarla yine de vermiş oluyorlar. Beraberliklerini sağlamış…
Kuzey Kore işte böyle,
otoriter, disiplinli, hep diken üstünde yaşayan, açlıkla ve yoksulla mücadele
eden bir ülke. Amerikan nefreti bir gelenek haline gelmiş olsa da bu nefretin
sebepleri kendileri ve evrensellik adına az değil. İzole olmalarını “tam
bağımsızlık” adıyla bir gurur halinde yaşıyorlar ama bu izolasyon çeşidinin
hiçbir abartısının olmadığı konusunda yüzde yüz bir birlik var mı, tartışılır.
Muhalifler ve Batılı
analistler devletin ve sistemin çökmeye yakın olduğunu söylüyor.
Gerçek ise şimdilik, bu
yalnız ve izole ülkenin, nükleer gücü, nefreti ve hadsiz hudutsuz disipliniyle
kapitalist dünya ve o dünyanın lideri Amerika’ya ayakta kaldığı-bırakıldığı
müddetçe sıkıntı vereceği yönünde.
Kaynak: Burak Çapraz http://blog.milliyet.com.tr/burakcapraz 29 Ekim 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder