‘’Bir arkadaşımın kardeşinin
başına gelmiş’’ ya da ‘’Bizim bir akrabanın komşusunun başına gelmiş’’ şeklinde
başlar her şey. Evet, kulaktan kulağa yayılan, yayıldıkça değişen, başına gelen
kişi bir anlatışta akraba diğerinde arkadaş olan, belki birinin uydurduğu,
belki birinin abarttığı, kültürümüzde olan ama şehir hayatına uyarlanmış
çoğunlukla ibret alınması, ders çıkartılması gereken hikâyelerden bahsediyorum.
Arkadaşlar arsında yapılan geyik muhabbeti, söylentiler, mitler, günümüz
masalları ne denirse densin, yaşantımızın bir parçası olmuştur ‘’Şehir
Efsaneleri’’, İngilizce ‘’Urban Legends’’ kelimesinin karşılığı olan bu terim
genellikle yerleşik şehir yaşamına geçen bizlerin unutmadığımız
geleneklerimizden kaynaklanır. En etkili reklamın, kötü haberlerin, yeni bir
teknolojinin kulaktan kulağa yayıldığı gibi şehir efsaneleri de insanlar arasında
yayılır. Çoğu inanmaz, saçma bulur ama merak eder, kimi hislenir, duygulanır
inanmak ister, öyle ya da böyle tepki veririz duyduklarımıza. Bazen şehir
dışına çıkmış bir arkadaşımızın tanık olduğu bir olaydır, belki biraz
abartmıştır sonra değişir yayıldıkça, başkasından duyduğunuzda iş işten
geçmiştir artık. Bazen de bir mail gelir, Bill Gates sizi zengin etmek
istemektedir ya da bir başkası, ama mutlaka yapman gereken bir şeyler vardır.
Ya da sorunların kolay çözüm yolları vardır birileri tarafından bulunmuş, bizim
için her şey sorundur, dijital yayının şifreli olması bile. Çoğu zaman tarihi
olayları bile sanki anlatan kişi orda bulunup yaşamış gibi anlatır, ya da
kimsenin bilmediği icatlarımız vardır, birileri izin vermiyor diye
kullanamayız.
Ben yinede bazılarına inanmak istiyorum, aslı astarı olmasa da,
uydurulsa da, değiştirilse de ve bazen bizi gülümseten, bazen duygulandıran bazen
de düşündüren bu şehir efsanelerinden seçtiğim birkaç örneği sizinle paylaşmak
istiyorum. Bazılarını birkaç kaynaktan araştırdım, bazılarını ise
duyduklarımdan hatırladığım kadarıyla anlatmaya çalıştım, sonuçta bunlar şehir
efsanesi yani yanlış bir şey yapmıyorum…
Anlatacağım şehir efsanelerine geçmeden önce özellikle gençler arasında
bu hikâyelerin nasıl yayıldığı ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum.
Çoğunlukla üniversite hayatına yeni başladığımızda, arkadaşlarla yapılan
aktivitelerde ortaya çıkar bu hikâyeler. Mesela topluca film izlenirken biri
Bruce Lee’nin aslında kazayla değil rakipleri tarafından öldürüldüğünü söyler, beraber
ders çalışırken biri çıkar bir üniversitede hocanın birinin sınavda sınıfa girip
tahtaya sadece risk nedir yazdığını söyler, hepimizin bildiği gibi sadece bir
çocuk akıl edip sınav kâğıdını boş verir ve kâğıda sadece risk budur yazar. Bu
hikâyeyi ve değişik versiyonlarını hepimiz duymuşuzdur. Ya da sınava geç kalan
arkadaşların hocaya arabanın tekerinin patladığını söylemeleri üzerine hocanın
sınıfta hepsini farklı yere oturtup en yüksek puanı arabanın hangi tekerleği
patladı? sorusuna vermesi gibi. Üniversitede bunun gibi hikâyeleri çok duyarız
ve gerçekten bazıları çok güzeldir, mesela Amerika’da bir üniversitede bizdeki
ilahiyat fakültesine denk gelen bölümde son sınıf öğrencileri bütün bir yıl
boyunca ‘’İsa’nın hayatı’’ başlıklı bir ders almışlar. Yılsonunda final sınavı
için gelen öğrenciler sınıfın kapısında, sınavın kampüsün diğer ucundaki bir
anfide yapılacağı notunun asılı olduğunu görmüşler. Bunun üzerine sınava geç
kalmamak için koştura koştura yeni salonun yolunu tutmuşlar. Anfinin olduğu
binanın girişinde de hırpani kılıklı biri varmış. Adamcağız, ‘’ Allah rızası
için yardım edin. Üç gündür ağzıma lokma girmedi’’ gibi şeyler diyormuş ama
telaşlı öğrencilerden hiçbiri ilgilenmemiş dilenciyle. Sınav saati geldiğinde
hoca sınıfa girmiş, ‘’ Sınava hiç gerek kalmadı, çünkü hepiniz kaldınız. Seneye
görüşmek üzere’’ demiş. Meğerse sınavı zaten yapmış hocaları. Binanın
girişindeki dilenci bir aktörmüş ve öğrencilerin İsa’nın erdemlerinden pay alıp
almadıklarını test etmek üzere oradaymış.
Aslında Üniversiteden önce daha ortaokul yıllarında bu mektubu yedi
kişiye göndermezsen annen ölecek gibi şeylerde çıkardı karşımıza daha sonra günümüzde
bu bize gönderilen mailler şeklinde değişti. Bu maili herkese gönderirsen günün
sonunda başına çok güzel bir şey gelecek, ya da hiçbir zaman gerçekliğine
inanamadığımız yardım mailleri gibi. Kan ihtiyacı, organ ihtiyacı olan çocuklar,
başhekim imzalı hatta telefon numaralı mailler şeklinde bize ulaşır, gerçekten
bu numaraları arayan biri var mıdır? Hep merak etmişimdir. Üniversitede geçen
efsanelere birkaç örnek daha vermek gerekirse, genellikle yabancı ülkelerde
yaşanmış olabilecek efsaneler mevcut, mesela yurt sisteminin Amerika ile
Türkiye’de çok farklı olması bu efsanelerin anlatımında mantık hatalarını da
ortaya çıkarmakta ama bu olay yabancı bir ülkede olmuş diye başlanırsa
inanılırlığı artıyor ister istemez. Mesela en bilinen efsanelerden biri de
yurttaki oda arkadaşları efsanesidir. Aynı odada kalan iki arkadaştan birinin
sevgilisi varmış, diğeri bir akşam odaya geldiğinde arkadaşının yalnız
olmadığını görmüş ve sevgilisidir diyip rahatsız etmemek için ışıkları açmamış
ve alacağı her neyse kitap veya ders malzemesi, alıp odadan çıkmış. Sabah odaya
geldiğinde arkadaşının öldürülmüş olduğunu görmüş ve duvarda arkadaşının
kanıyla şöyle yazıyormuş; ‘’Işıkları açmadığın için memnun musun?’’
Amerika kökenli efsanelere başlamışken Amerika’da yaşandığı iddia edilen
birkaç efsaneyi daha anlatabiliriz; seksenlerin başında ortaya çıkan ve
etkisini hala sürdüren yani çokça inanılarak anlatılan hikâyeye göre, eğer gece
karşınızdan gelen arabanın ışıklarının yanmadığını görürseniz sakın ola ki
‘’ışıkların yanmıyor’’ diye kendi farınızı yakıp söndürerek uyarmaya
kalkışmayın. Her yıl böyle 15–20 kişi uyardığı araba tarafından takip edilerek
ya yoldan çıkarılmaya çalışıyormuş ya da durduğunda vurularak öldürüyormuş.
Meğerse çetelere yeni katılanlar için yapılan bir tür sınavmış bu, çeteye
girmek isteyen üye ışıklarını söndürüp yola çıkarmış. Onu farlarıyla ilk uyaran
arabayı hedef seçip takip edermiş, amaç belli yapamayan çeteye kabul
edilmezmiş.
Amerika’da bebek bakıcılığı yaygın bir meslektir, benim de sevdiğim bir
efsane olan ‘’telefondaki sapık’’ efsanesini de anlatmak istiyorum. Aslında
birçok kez filme de çekilmiş olan efsane, banliyöde çocuklara bakıcılık yapan
üniversite öğrencisi genç kızın çocukları üst katta uyuttuktan sonra telefonla
rahatsız edilmesiyle başlıyor. Telefonda önce arkadaşları tarafında şaka
yapıldığını sanan genç kız zaman geçtikçe rahatsız olmaya başlar. Çünkü
telefondaki ses, kız hakkında bilmemesi gereken şeylerden bahsetmeye başlar,
hatta çocukları uyuttun mu dediğinde kız artık polisi arar. Polis adamın bir
sonraki aramasında arayan numarayı tespit edebileceğini ama kızın telefonda onu
biraz oyalaması gerektiğini söyler. Kız için kötü geçen bir telefon
görüşmesinin ardından polis numarayı tespit ettiğini bildirir, numara bir cep
telefonudur ve şu an bulunduğu adresi belirlemişlerdir. Adresi duyduğunda kız
için yapacak bir şey yoktur çünkü verilen adres kızın bakıcılık yaptığı evin
adresidir.
Amerika’da ellili yıllardan beri anlatılan arabalı bir hikâye varmış,
‘’Vanishing hitchiker’’ yani yok olan otostopçu efsanesi şöyle anlatılıyor;
Adamın biri, bir cumartesi gecesi evine dönüyormuş. Birden 15–16 yaşlarında
sevimli bir kızın yolun kenarında otostop yaptığını görmüş. Adamın da aynı yaşlarda
iki kızı varmış. Arabayı kızın yanına gelince durdurmuş. Gece yarısı böyle
ıssız bir yerde ne yaptığını sormuş, kız adama yakın bir yerde oturduğunu ve
onu evine götürüp götüremeyeceğini sormuş. Adam kabul etmiş tabi ki, kız
arabanın arka koltuğuna oturmuş. Kızın üzerinde güzel bir kıyafet varmış,
adresini adama söylemiş gerçekten de yakınmış kızın evi adam kızın evin önüne
geldiğinde evet küçük hanım evinize geldik demek için arka koltuğa döndüğünde,
arabada kimse olmadığını görmüş. Hemen arabasından inip evin kapısını çalmış.
Beyaz saçlı, yaşlı bir kadın kapıyı açmış. Adam heyecanla olanları anlatırken
kadın adamı susturmuş, sadece biliyorum demiş, bu ilk defa başımıza gelmiyor
her cumartesi akşamı aynı şeyi yaşarız. Meğer kız bir cumartesi gecesi diskodan
dönerken trafik kazası geçirmiş ve oracıkta ölmüş. Şimdi her cumartesi gecesi
kazada öldüğü yerden otostop yapıp evine dönmeye çalışıyormuş ama bunu bugüne
kadar başaramamış. Kadın bunları anlatırken adamın gözü piyanonun üzerindeki
kızın fotoğrafına ilişmiş. Kız arabaya bindiği kıyafetiyle fotoğrafta
gülümsüyormuş.
Öteki taraftan gelip insanlarla ilişkiye geçen hayalet hikâyeleri
arasında Romanya’da yaygın olan bir tane var ki benzerlerinden ilginç bir
özelliğiyle ayrılıyor. Bu, belki de içine reklam alan tek hayalet efsanesi.
Hikâyenin önemli rollerinden birinde bir saat var ve bu efsaneyi kim anlatırsa
anlatsın mutlaka saatin markasını zikredermiş: ‘’Adam Omega marka saatini…’’
diye anlatılır en heyecanlı yeri. Olay Bükreş’te geçiyor, bir otomobil
tamircisi gece evine dönerken yol kenarında lastiği patlamış bir araba ve
tekerleği değiştirmeye çalışan iki kız görmüş. Yardım amacıyla durmuş ve
kızların değiştirmeye çalıştığı yedek lastiğin de patlak olduğunu görmüş. Adam
kızlara bu saate bunu tamir etmenin zor olduğunu ve kızları gidecekleri yere
bırakabileceğini söylemiş ertesi sabah geri gelip tamir ederiz demiş. Evlerine
geldiklerinde kızlar adamı bir bardak kahve içmek için yukarı davet etmişler.
Ev bir apartmanın 7. katında hoş bir daireymiş. Yedek lastikle uğraşırken
elleri kirlendiğinden adam önce lavaboyu kullanmak istemiş ve ellerini yıkarken
Omega marka saatini çıkarıp aynanın önüne koymuş. Kızlardan birinin Kahve hazır
diye seslendiğini duyunca da hemen ellerini kurulayıp banyodan çıkmış. Aceleyle
de saatini aynanın önünde unutmuş. Kahvesini içip kızlara teşekkür edip
ayrıldığında da saat aklına gelmemiş. Ertesi gün saatini almak için tekrar
geldiğinde apartmanın kapıcısı kızların artık o dairede oturmadıklarını
söylemiş. Bu iki talihsiz kız üç hafta önce Ploeşti’de bir trafik kazası
geçirip ölmüşler ve adamın onları gördüğü yere çok yakın olan Tincabeşti
mezarlığında yatıyorlarmış. Tamirci duyduklarına inanamamış ve nasıl olur? Ben
dün akşam evlerinde onlarla beraberdim demiş. Kapıcı bunun imkânsız olduğunu
söyleyerek adamı, kızların dairesine çıkartmış. Kapıcı yedek anahtarla kapıyı
açmış ve adam doğruca banyoya gitmiş. Omega marka saati aynanın önünde
bıraktığı gibi duruyormuş.
Evet, bu ürkütücü şehir efsanelerinden sonra biraz da garip ve komik
şehir efsanelerine değinelim. Bazıları gerçekten de film senaryosu olabilecek
şehir efsaneleri de mevcut. Aslında şehir efsanesi olarak yurt dışında yaygın
olan ama Türkiye’de benzer bir hikâyeyle sinema filmi yapılmış bir şehir
efsanesi var. Efsane şöyle; adamın biri arabasıyla giderken birden yola
fırlayan genç bir kıza çarpıyor, kız 17–18 yaşlarında. Hemen kızı hastaneye
götürüyor ve sağlığından endişe ettiği için yanından ayrılmıyor. Derken doktor
geliyor ve kızın kazayı birkaç sıyrıkla atlattığını ama kötü bir haberinin
olduğunu, karnındaki bebeğin düştüğünü söylüyor. Polisler gelip olanları
anlattığında, kızın ayıldığında karnındaki bebeğin babasının onu hastaneye
getiren kişi olduğunu ve kürtaj yaptırması için ısrar ettiğini ama kız karşı
çıkınca tartışırken merdivenlerden düştüğünü söylediğini öğreniyor. Adam
tamamen zan altında kalmışken, bebeğin ondan olmadığını kanıtlamak için test
yapılmasını istiyor. Test sonucunu bildiren doktor, çocuğun ondan olmadığının
kanıtlandığını ayrıca zaten adamın kısır olduğunu söylüyor. Asıl sürprizde
burada zaten, adam evli ve iki tane çocuğu var…
Tabutta Röveşata filmini seyredenler hatırlayacaktır, filmin evsiz
başkarakterinin en büyük keyfi geceleri gözüne kestirdiği bir arabayı çalıp
sabaha kadar dolaştıktan sonra aldığı yere bırakmaktır. Gerçekten buna benzer
efsaneler var bir tanesi şöyle; evli bir çiftin bir gün arabaları çalınır. İki
gün arabadan haber çıkmaz, üçüncü gün sabahı araba evin önünde durmaktadır. Arabada
bir hasar yoktur ama ön koltukta bir kâğıt bulurlar. Kâğıtta, acil bir durum
dolayısıyla arabanın ödünç alındığı alanların kendilerini affettirmek için
hafta sonu bir otelde iki kişilik yer ayırtıldığı yazmaktaymış. Önce hırsız
tarafından yapılan bir şaka gibi gelmiş çifte ama kontrol ettiklerinde
gerçektende otelde adlarına bir oda ayrıldığı ve parasının peşin ödendiğini
öğrenmişler. Uzun tartışmalardan sonra gitmeye karar vermişler, tabii ki
döndüklerinde evlerini bomboş bir halde bulmuşlar. Aslında kadının ailesinden
kalan antika eşyaların peşinde olan hırsızlar tarafından soyulmuşlar.
Komik bir efsanede Amerika’dan, Kaliforniya itfaiyesi yetkilileri bir
orman yangınından sonra ormanın içinde yanmış bir ceset bulurlar. Ama garip
olan cesedin yanında şnorkel, oksijen tüpü ve paletler vardır. Araştırmalar
sonucu adamın kimliği tespit edilir ve orman yangınının olduğu gün ormana 20 km uzaklıktaki koyda dalış
yaptığı anlaşılır. Talihsiz adam ne yazık ki dalış yaparken yangın söndürme
helikopteri tarafından denizden alınıp orman yangınının üzerine atılmıştır.
Derler ki; bir çocuk uçuş sırasında doğarsa hava yolu şirketi tarafından
ödüllendirilir ve ömrünün sonuna kadar o şirketle bedava uçarmış. Bu bir efsane
tabii ki ama 23 Mayıs 1996’da Pasifik Asya Havayollarının bir uçağında yedi
aylık hamile olan bir kadın doğum yapmış. Prematüre doğan çocuk daha sonra
sağlığına kavuşmuş. Havayolu şirketi uçaklardan birine bebeğin ismi olan
Dararasami ( Yıldız Işığı ) adını vermiş. Ayrıca jest olarak Dararasami’ye
şirketin uçaklarına ömür boyu bedava binme hakkı tanınmış. Benzer bir olayda
Amerika’da yaşanmış. Trende doğan bir bebek için hayatı boyunca
demiryollarından bedava yararlanacağı açıklaması yapılmış. Çünkü bu, 23 yıldan
sonra trende doğan ilk bebekmiş.
Şehir Efsanelerinin temelinde genellikle yaşanmış bir hikâye vardır ama
anlatıla anlatıla yaşanan gerçekler yok olup gider. Bunun nedeni insanların
genellikle inanmak istediklerine inanmaları olabilir. Bazen de birinin aklına
bir hinlik gelir ve ortaya atılan hikâye yayıla yayıla gerçek kabul edilir.
Küçük çocukların izlediği Tele Tubies’de ki Tinky Winky eşcinsel bir
karaktermiş ya da Coca Cola’yı tersten okursanız Latince şu demekmiş gibi
hikâyeler de vardır, daha zekice olanları da. Bende zekice bir efsaneyle bu
yazıyı bitirmek istiyorum. Philips ve Sony firmaları ilk compact discleri yani
CD ‘leri geliştirdiklerinde maksimum kapasiteyi Beethoven’in 9. Senfonisi’ne
göre ayarlamışlar. Böylelikle de CD’lerin maksimum uzunluğu 74 dakikayla
sabitlenmiş…
Kaynak: Ersan Özer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder