5 Temmuz 2015 Pazar

KARDEŞ FİLMLER; Yaratık ( Gwoemul ) - Canavar ( Cloverfield )


Çocukken izlediğimiz, insanlığın çoğunlukla kendi hatası sonucu ortaya çıkan ( hatta çoğu B tipi filmlere yaklaşan estetikleriyle) canavar filmlerini hatırlayın. İçlerinde gerilimden, bizi heyecanlandıran kovalamacalara kadar birçok şeyi barındıran, çoğu zaman iyi oynanmamışta olsa bizi tatmin eden filmlerdi. Kaç kez izlersek izleyelim (İnsanlara saldıran dev karıncanın gözünün disko topundan yapıldığını bilsek de) yine de vazgeçemeyeceğimiz filmler bunlar. Biz büyüdükçe filmlerde büyüdü bizimle, efektler gerçeğinden ayırt edilemez hale gelse de biz yine de o eski filmleri unutmadık.

 


 

 

İyi bir yaratık/ canavar filminin özelliği yaratığın çok korkunç olmasından ziyade, yönetmenin bizi filmdeki karakterlerin yerine kendimizi koymamızı sağlamasıdır. Buda filmde çizilen portrelerin ne kadar gerçekçi olduğuyla alakalıdır. Bizim bir karakterin gerçekten varolduğuna inanmamız filmin geçtiği dünyaya da inanmamızı sağlar ( ki benim gibi, bir zamanlar Orta dünyanın var olduğuna ya da Luke Skywalker’ın uzak bir galakside yaşamaya devam edeceğine inananların varlığı gibi) Sinemanın büyüsü de, iyi bir çizgi romanın, iyi bir kitabın yapabileceği gibi iyi bir filminde bize hissettireceği yaşanmışlık duygusudur.

 

Bu uzun girişten sonra filmimize gelecek olursak, Türk sinemasının da aynı kaderi paylaşmasını içten içe dilediğimiz güney kore sinemasının en güzel örneklerinden olan ( Gwoemul / The Host ) yani yaratık adlı filme.

 

Bir film düşünün, ortada bir yaratık / canavar var. Her zaman olduğu gibi bir anda ortaya çıkıyor ve her yaratık / canavar filminde olduğu gibi ortalığı birbirine katıyor, ama işte tamda bu anda Amerikan filmlerinin aksine işin içine insan odaklı bir hikâye giriyor. Amerikan yaratık /canavar filmlerinde izleyici (nedense) genellikle kendini filmdeki yaratık ya da canavarla özdeşleştirirken, burada yönetmen Bong Joon-Ho buna hiç izin vermiyor. Hatta filmdeki tek suçlu yine Amerikalılar. Buradaki yaratığın Godzilla yada King Kong gibi ( biraz da olsa) düşünerek bir şey yaptığını görmüyoruz. Bizim yaratığımızın yaptığı her şey beslenmeyle alakalı. Filmin, yaratığın ortaya çıkışını anlattığı başlangıcından sonra kendimizi bir anda yine eskiden izlediğimiz uzak doğu filmlerinde buluyoruz, şapşal karakterin babasıyla bir büfe işlettiğini okula giden bir kızı olduğunu karısının onu terk ettiğini, her ailede olduğu gibi başarılı bir karakterin varlığını televizyondaki spor müsabakasından anladığımızda, demek ki orda bir şey değişmemiş diyoruz.

 

Eski uzak doğu filmlerindeki karakterler yerli yerinde duruyor. Yaratığın bir anda ortaya çıkmasında bile yönetmen bize tamam şimdi her şey eskisi gibi olacak dedirtmiyor. Yaratığın küçük kızla beraber Han nehrinin sularında kaybolduğunu izlerken, biraz sonra askerler gelecek ve film bir yaratık avına dönüşecek diye düşünenlerin aksine yönetmen bizi ailenin yanında bırakıyor, işte asıl filmde burada başlıyor. Ailenizden birinin başına böyle bir şey geldiğini düşünün, en yakınınıza, anneniz, babanız ya da kendi çocuğunuz, ne yapardınız? Tabi ki önce büyük bir yıkım olurdu sizin için, çünkü onun öldüğünü sanıyorsunuz, peki ya ölmediyse, sizi aniden cep telefonundan ararsa. O zaman ne olursa olsun, kime karşı geleceksek gelelim onu bulmak için her şeyi yaparız. Filmde tam bunu anlatıyor işte, merkezine aileyi, insan ilişkilerini alan, gelen felaket ne olursa olsun, bir arada kalıp mücadele etmeyi öğütleyen ( İşaretlerin yaptığı, Yarından sonra’nın yapamadığı) film hem dramatik, hem korkutucu,hem de komik olmayı başarıyor.Olanları A dan Z ye anlatmaktan kaçındığım film kesinlikle izlenmeyi hak eden ,bana izledikten sonra yönetmenin diğer filmlerini de merak ettiren bir yapım.

 



 


 

Ağzımızı sulandıran fragmanlarını görüp filme koşan çoğu insan gibi bende canavarı izlerken nedense lost un yaratıcısı J.J.Abrams acaba yaratığı izledimi diye düşündüm ( ki olması imkânsız değil) J.J.Abrams ın filmde Blair Wicth Project hesabı karakterin kendi kamerasından izlememiz dışında, yaratığa değil de insan öykülerine odaklanması, yaratığın eski filmlerdeki gibi değil de eciş bücüş olması, öldüğü sanılan bir karakterin telefon açıp yardım istemesi ve onun için geri dönülüp yaratıkla yüzleşmek zorunda kalınması ister istemez bana canavarın yaratıcılarının değişik bir film yapmak için iyi bir örnekten yararlanmış olabileceklerini düşündürdü. Çoğu insanın uslanmaz kamera hareketliliğinden midesinin bulandığı canavarın da başarılı bir film olduğunu düşünüyorum, iki filmde farklı anlatım tarzlarıyla izlenmeyi hak ediyorlar bence…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder