6 Temmuz 2015 Pazartesi

(Le Fabuleux Destin D’Amelie Poulain) Amelie


 
 
‘’Bir romantik komedi. Bir büyüme öyküsü. Yetişkin bedenindeki çocuk gözlerinden, bir Paris macerası. Hem doludizgin bir görsel zenginliğe sahip, hem komik, hem de nostaljik bir masal. Ve tabi ki bir Jeunet filmi, Üstelik bu defa, sanki inadına göz kamaştıran bir hareyle çevrili.’’
 
 
 
 
 
Jean-Pierre Jaunet sineması, kendine has bir estetikle ve anlatımla donandığından, adı kalıplarla birlikte pek anılmıyor. Jeunet deyince akla belli bir eğilimden ya da türden ziyade, kısa bir filmografiyle sinemada kendine özel bir yer açmış bir doku geliyor. Bilim kurgu da, korku da, romantik komedi de yapsa, filmleri gönül rahatlığıyla sadece ‘’bir Jeunet filmi’’ olarak anılabiliyor.
Jeunet’nin sıra dışı anlatım yöntemleri bir yana ‘’Amelie’’, birçok açıdan bir romantik komedi filmi. Hatta Hollywood’un formül işi romantik komedilerinin birçok formülünden kaçmamasına karşın, okyanusun öte yanında sıklıkla düşülen bazı şablon tuzaklarına düşmeyen, öyküsünü ve tesadüflerini, mizahını ve romansını doğallıkla taşıyan bir romantik komedi.
Jeunet’nin insanın nelerin mümkün, nelerin muhtemel olduğuna inandığına uzun uzun kafa yorarak canını sıkmak gibi bir niyeti yok, filmin kahramanının işyeri olan’’Çift Değirmen’’ adlı kafenin bulunduğu Montremartre’ı usul usul, çaktırmadan değil, apaçık ve gururla bir masal mekânı olarak resmediyor yönetmen. Öyle ki zaten manzarasıyla ve sanatsal tarihiyle birçok çağırışım yaratan bu muhit, karakterleri için ışıl ışıl bir enerji kaynağı haline geliyor. Öte yandan, Jeunet için bir mekânın fantastik dokusu, günde yirmi dört saat kutsanıyormuş gibi görünen bir şehir silüetiyle bitmiyor. Genel görünümün yaydığı titreşim, ayrıntılara da nüfuz ediyor, onları da canlandırıyor. Bunun sonucunda karşımıza, Amelie uyuduğunda hakkında yorum yapan biblolar ve tablolar, Nino’ya göz kırpan heykeller çıkıyor. Adeta cansız nesneler de bu masal diyarının içinde, öyküyü teşvik eden birer güç haline geliyorlar. Dahası, bütün bunlar bağlamsız da kalmıyor. Amelie’de, belki ilk andan itibaren ruh ikizi olarak gördüğü Nino’da, içlerine kapanık ama dışarıyla, başkalarının gizli dünyalarıyla ilgili tipler. Belki çekingenliklerinin bir sonucu olarak, insanlarla ilişkileri de hayli ürkek ve tek taraflı. Yaşadıkları hayatın bir rüya biçiminde sürmesini istiyorlarmışçasına, bazı şeyleri bulup çıkarmaya, kalan boşlukları ise kendi hayal güçleriyle doldurmaya meyilliler.
Filmin kahramanının bugünkü haline nasıl geldiğini anlamamız için çekilmiş, aşağı yukarı yirmi dakikalık ‘’Amelie’nin çocukluğu’’ bölümünde Jeunet, hem sevimli bir belgesel komedisi çıkarıyor, hem de kahramanımızın nasıl olup da son derece faal bir hayal gücüne sahip, içine kapanık bir tip haline geldiğini anlatıyor. Amelie’nin babası suskun ve mesafeli bir tip, annesi ise hayli gergin ve sinirli. Evde mutluluk rüzgârları estiği pek söylenemez, hatta bir sahnede ‘’Amelie ‘nin tek arkadaşı’’ olarak sunulan kaşalot adındaki küçük kırmızı balığın kendini sudan dışarı fırlatması, evin gergin ortamının onu intihara meyilli bir balık haline getirmesi ile açıklanıyor.
 
Amelie hakkında aldığımız en önemli bilgilerden biri, normalde ona hiç yüz vermeyen eski ordu doktoru babasının sadece sağlık kontrollerinde Amelie’ye dokunduğunu, küçük kızın bu temastan duyduğu heyecanın kalbinin gümbür gümbür çarpmasına yol açtığı ve bunun sonucunda babasının onu kalp hastası sanıp okula göndermediği ve Amelie’nin evde, annesinin özel eğitimi altında yetiştiği bilgisi. Kısır iletişim sonucu hayatı genelin algıladığı gibi algılayacak bir biçimde ‘’yontulmuyor’’, hayal gücüyle harmanlanmış, bambaşka bir gerçeklik kuruyor kafasında. Bütün bunlar, bir taraftan beylik deyişle ‘’çocukluğunu yaşayamamış’’ ama bir taraftan da çocuk kalmış bir genç kızın tohumlarını atıyor.
 
Jeunet, Amelie’nin durumunu bir trajediden ziyade, bir nimet, bir fırsat olarak sunuyor. Prenses Diana’nın ölüm haberini duyunca elinden düşürdüğü kapağın gidip bir taşı yerinden oynatması ve o taşın ardındaki delikten eskiden o evde yaşamış bir çocuğun oyuncak ve fotoğraf kutusunun çıkması, Amelie’yi kendi hayal dünyasının dışına, başkalarının hayatına doğru itiyor.
Amelie’nin ilk görevi, yetişkin bir adama çocukluğunun anılarını geri götürmesi ise son derece anlamlı. Jeunet’nin Montremartre’lı bu çekingen garson kızda en çok üzerine titrediği özellik, çocuksuluğu. Amelie kendisi dışarı açılıp büyürken, bir taraftan da insanlara kendi çocuksuluğundan bir şeyler veriyor. İlk görevinin başarıya ulaştığına kanaat getirdikten sonra Amelie, yenilerine kalkışıyor. Ve bu arada kendine epey benzeyen ve yolunu çizmesinde büyük katkısı olacak iki önemli kişiyle ‘’Kristal Adam’’ Raymond Dufayel ve Nino ile karşılaşıyor. Dufayel’e kristal adam denmesinin nedeni, kemiklerinin çok kolay kırılması. Bu sebepten dolayı evinden çıkmayan, her sene bir kez, Renoir’nın ünlü bir tablosunun taklidini resmeden yaşlı bir ressam. Sağlık sorunu sebebiyle tıpkı Amelie gibi çocukluğunu yaşayamamış olan kristal adam, bir anlamda Amelie’nin yol gösterici aksakallı dedesi oluyor. İlk görüşte ilgisini çeken Nino ise, ilham kaynağı.
 
Amelie’nin başkalarına yardım etme çabası, bir bakıma bir yardım çağrısı da sonuçta. Görevlerini bile büyük bir gizlilik içinde yürütüyor, insanların yardımın kendisinden geldiğini bilmesine müsaade etmiyor. Nino ile ilişkisinde ise, er ya da geç, bir şey yapması, öne çıkması gerekiyor. Filmin önemli bir bölümü de Amelie’nin bu en büyük engeli aşıp kendini ortaya koyma çabasını anlatıyor.
 
Nino’nun insanların yırtıp attıkları fotoğraflardan oluşan albümünü bulmasıyla başlayan bu macera, onun deyimiyle ‘’stratejiler’’, kristal adamın deyimiyle ise ‘’korkaklık’’ sonucu, gittikçe içinden çıkılmaz hale geliyor. Sonunda onun yapamadığını, yine sorunlu bir çocukluğun sonucunda onun kadar çekingen bir genç olan Nino yapıyor, adım atıyor. Böylece çember tamamlanıyor ve aynı destansı yolculuklarda olduğu gibi, değiştirme amacıyla yola çıkan Amelie, kendi de değişiyor.
 
 
 
Kaynak: Kutlukhan Kutlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder